"Anlatacak çok şeyim olsada, anlaşılmak istendiğimden emin değilim."
Charles Bukowski
İnsanoğlunun ayırt edici bir özelliği vardır ki her iş gelir elinden. Hatta bazen o kadar çok gelir ki bir noktadan sonra bilgi birikimi, deneyimi, becerisi ve ilgisi dahi olmadığı işlerin erbabı olur çıkar. Bu noktada başlar meslek sahibi olmak ya da ol(ama)mak serüveni...
Şu meşhur sorudan başlayalım bence; ne olmak istiyorsun? Çok sorulurdu bu soru bana çocukluğumda, hepinize sorulduğu gibi. Her seferinde bir sürü meslek gelirdi aklıma ilgimi çeken. Arkeolog, astrolog, fizikçi, tasarımcı, mimar... Bir noktadan sonra karar kıldığım meslek mimarlık oldu. Başta İçmimarlık Bölümü dediğim zaman Arkeoloji ya da Astronomi ve Uzay Bilimleri alanlarına gelen yorumlara benzer yorumlar gelirdi. Herkesin en büyük derdi olan -aç kalırsın- durumu masaya yatırılırdı her seferinde. Tabii o zamanlar çok bilinçli değilsin, çoğu konuda sahip olduğun bilgi gördüğün ve duyduğun kadarıyla sınırlı. Bir gün beni de bir merak aldı, ne oluyoruz dedim birden. Niye aç kalayım ki? Nedir meslekleri bu kritere sokan? Madem aç kalıyorsun okuduğunda, neden bu mesleklerin eğitimi hala veriliyor o zaman? Başladım araştırmaya... Sizi hayal kırıklığına uğratmak istemem ama bahsettiğim araştırma noktasında heyecanla beklenen mesleklerin içerikleri hakkında bilinçlenme durumu yaşanmadı ne yazık ki. Testler yapılırdı mesela, şu an yapılıyor mu bilmiyorum. Sorular sorulurdu ve verdiğin cevapların çoğunluk durumuna göre sana uygun meslekler listelenirdi bir güzel. Hiçbir zaman o mesleğin tam olarak ne yaptığını listeleyen olmadı ama... Araştırmayı yaptığım kaynaklar da buna dahil!
Bir gün araştırdım tabi o kadar heyecanlıyım bilgi sahibiyim diye. Okulda mezuniyet konusu açıldı ve öğretmenimiz o meşhur soruyu sırayla hepimize sordu: "Ne olmak istiyorsun?". Sıra bana geldiğinde mimarlık düşündüğümü söyledim ve o muhteşem soru geldi: "İç mi dış mı?". Üzerine bir süre konuştuktan sonra İçmimarlık yerine Mimarlık seçmeye daha da yaklaştım. Sonra beklenen zaman geldi, üniversite sınavına girdim ve Türkiye'de çoğu öğrencinin mesleğini seçerken oynadığı: "Puanımın yettiğine gireyim notlarımı yüksek tutar geçiş yaparım." kozunu oynayarak İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü'nü kazandım. Aslında mimarlığı da kazanıyordum ama içmimarlık daha uygun bir tercihti o dönem için. Ailem de dahil birçok kişi tepki gösterdi. Daha sonra yeteneğim ve ilgim var nasılsa, geçiş yapana kadar iyi bir tercih oldu diye konuyu kapattık derken, İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü ile gerçek anlamda tanıştım... Bir gün detayları da anlatmak isterim ama şu an yavaştan sonuca geçmek istiyorum. O güne kadar benim içmimarlığa dair bildiğim tek şey dekorasyon yapmaktı. Koltuk seçmek, kırlentin desenini belirlemek, sevdiğim bir mağazadan en beğendiğim objeyi müşteriye sunmak... Bunlar içeriğe dahil değil diyemem asla ama ne yazık ki içmimarlığın hala dekorasyondan ibaret olduğunu zanneden kesime üzücü bir haberim var ki; bizim mesleğimizde bir mekanın tasarımı mobilya detayını barındırdığı kadar tesisat düzeninin uygunluğunu da içeriyor. Ben bunu deneyimledikçe geçiş yapmaktan vazgeçtim çünkü asıl hayalimdeki mimarlığın Mimarlık değil İçmimarlık olduğunu gördüm. Bakın bu bahsini ettiğim çok kritik bir durum aslında. Belki de çoğu öğrenci, sırf hangi mesleğin gerçek anlamda ne için var olduğunu bilmediğinden yanlış tercihler yapıyor. Zamanla ailem başta olmak üzere çevremdeki herkes işime olan aşkımı ve istikrarımı gördükçe benimle birlikte bu mesleği tanımaya başladı. Tanıdıkça bilinçlendiler ve aslında bunca zamandır sahip oldukları bilginin İçmimarlığın tanımı olmadığını gördüler. Tesisat dersi aldığım zaman: "Ne alakası var ya?" diyenleri ayrı tutuyorum tabi buradan hepsine selam olsun :)
Yanlışlıkla doğru mesleği bulma maceramı da anlattığıma göre asıl konuşmamız gereken noktaya gelelim şimdi. İçmimarlık eğitimi Türkiye sınırlarına ilk olarak 1925 yılında, bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi olarak bildiğimiz kuruluşla adımını attı. 2021 senesinde olduğumuzu düşünürsek arada tamamlanmak üzere olan 1 asır kadarlık zaman dilimi söz konusu. İnsanların içmimarlık mesleğini benimseyebilmeleri için geçen koca bir asır. Bir ev alındığında: "İçmimara ne gerek var kendi koltuğumu, parkemi kendim seçerim!" demek yerine, daha kaliteli nasıl yaşarım diyebilmeyi; insanın yaşam alanına bakış açısını hayat felsefesi haline dönüştürebilmeyi özümsemek için geçen koskoca zaman. Müteahhitlerin kendini mimar ilan ettiği bir platformda, kültürel öğrenmişlikler sonucu oluşan bu durumu sırası geldiğinde tartışabiliriz pek tabii. Ülkemizde, başka toplumlarda olanın aksine içmimara ev yaptırmak gereksinim değil bir lüks olarak değerlendirildiği için toplumun bir anda bu bilince yükselmesini kimse beklemiyor sanırım ama ben istiyorum ki artık bir yerden başlayalım, konuşmaya olmasa bile düşünmeye. Baktığın zaman kendi evine duvar kağıdı seçen/ebilen herkes maalesef içmimar zaten bu toplumda. Biz ise dört sene boyunca o kadar emeği mezun olup, okulunu okuduğumuz işi komşularla sohbette Ayşe teyzenin laf arasında icra edişini izlemek için(!) veriyor gibiyiz.
İşin köküne inmeye çalıştığımda, tonlarca kitap haline gelebilir bu konu hakkında konuştuklarımız ve konuşacaklarımız. İçmimarlıkta olduğu gibi hemen hemen her meslekte yaşanan ve sendrom haline gelmeye yüz tutmuş bu konuda farkındalık ne zaman gelişir/gelişir mi bilmiyorum. İçmimarken bir avukata: "Şöyle yap" demeyeceğim gibi alanımız ve mesleğimiz olmayan bir mecrada bilir kişi konumunu sahiplenmeyi bırakmak "aydın" bir adım olabilir. Charles Bukowski'nin çok sevdiğim bir ifadesi gibi: "Anlatacak çok şeyim olsada, anlaşılmak istendiğimden emin değilim". Buna rağmen konuyu gündeme getirebilmek adına hala umudum var :)
Sorduğu sorularla bana ilham olarak bu yazıyı yazmama sebep olan sevgili Emrah Örnek'e sevgilerimle...
Comments