top of page

PETER ZUMTHOR: BÖYLE BUYURDU MİMAR


Daha önce kulaktan dolma bir şekilde: ‘’İsviçreli bilim adamları açıkladı, İsviçreli bilim adamları söylüyor.’’ cümlelerine tam alışmışken sanırım artık İsviçreli mimarların da ismini çok duymaya başlayacağız. Mimarlık dünyasında en ilgi çeken isimler arasında yer alan günümüzün önemli mimarı Peter Zumthor; 26 Nisan 1943‘te İsviçre’de doğmuş, 15 yaşında marangozlukta ustalaşmıştır. Bir Ümmiye Köçek gibi köyden mimarlığın zirvesine tadında Zumthor’un hayatını konu alacağız.


Hayatını konu alacağımız: “Peter Zumthor’u bu kadar önemli yapan şey nedir? Eserleri neden bu kadar dikkat çekti?” gibi sorulara karşılık, şu ana dek hiçbir çağın içine sığmayan ve sınıflandırmadan uzak kalmış eserlere imza attığını söyleyebiliriz. Birey, bir mekâna girdiğinde kendisine dokunan ilk şeyin duygular olduğunu söylerken; mimarımız, önceliği hep duyulara vermiştir. Bir mekâna girdiğimizde ne hissettiğimize değil neyi hissetmemiz gerektiğine bakan nadir mimarlardan birisi olmuştur.


Peter Zumthor’un mimar olmak için geçmesi gereken ilk engel babası oldu. Küçük yaşlarda babasının yanında marangoz olma hayali ile büyürken yaş aldıkça babası ne kadar iyi bir marangoz olsa da eksikliklerini görmeden edemiyordu. Zumthor geçmişteki yaşadıklarını: ‘‘Her şeyin kendi ellerimizle yapıldığı bir zanaatkâr evinde büyüdüm. Dört yıl marangozluk yaptım ve bundan nefret ettim.’’ sözleri ile özetlemiştir.


Babasının birçok şeyi yapabilmesine rağmen ince işçilikten anlamadığını fark eden mimar, tasarım alanında kendini geliştirdikçe asıl yapması gereken mesleğin marangozluk olmadığını anlıyor. Mimar, İsviçre’de bulunan Basel şehrinde tasarım dersi alırken, öğretmenleri kendisinin yetenekli olduğunu ve içmimarlık okuması gerektiğini söylüyor. Mimarımızın asıl hikâyesi ise ABD’de de bulunan Pratt Enstitüsü’nde iç mimari dersi almasıyla başlıyor. Zumthor’un ilgisinin mekânın içine değil, mekânın kendisine olduğu anlaşılıyor.


“Profesyonel hayatımın ilk 10 yılı babamdan kaçarak geçti. Çok iyi bir marangozdu ve en büyük çocuğu olarak işinin başına, atölyesine geçmem gerekiyordu. Önce sanat okuluna, arkasından endüstriyel tasarıma ve daha sonra da içmimarlığa giderek kaçmaya çalıştım.”

-Peter Zumthor

Peter Zumthor mimar olmaya karar veriyor fakat Pratt’taki eğitimini bitirmeden geri dönüyor. Sonuç olarak diplomalı bir eğitimi aslında yok. Bulunduğu yer -köyü olan- Graubünden kantona geri dönen mimar, yerel dokunun restoresini yapmaya başlıyor. Zaman geçtikçe o coğrafyaya ait olduğunu, oradan kopmak istemediğini anlayan abimiz gelin görün ki bizim düzenimiz var, yoksa burnumda tütüyor memleketim demiyor ve doğup büyüdüğü köyde zanaatlarını icra etmeye karar veriyor.


Önce eşi ile burada yaşayacakları bir ev tasarlıyorlar. Daha sonra evlerine çok yakın iki ayrı ofis tasarlıyorlar. İkinci ofisi 2006 yılında ilk ofisten daha büyük olacak şekilde tasarlayan Zumthor hali hazırda otuz kişi ile çalışmaya devam ediyor. Kasabadan ziyade direkt köy olan bu yerde yaşamasının en büyük nedenlerinden biri ise bunun gerçek bir seçim olması. Mimarlığın ve güncel hayattan hazzetmeyen Zumthor, bunu kendisine hediye edilmiş bir inziva olarak görüyor. Zumthor’u bu kadar özel kılan özelliklerinden biri de iş seçici olmasıdır. Hiçbir zaman New York veya Chicago gibi yerlerde mimariyi geliştirmek değil, tam tersine eskiye yeni bir yön vermektedir. Yapılarından herhangi birine baktığınızda bile onun izini, onun sadeliği ve basitliğini rahatlıkla algılayabilirsiniz. Evrensel tasarım ilkelerine bağlı kalan Peter Zumthor her şeyin öz ve işleyiş açısından ince eleyip sık dokunulması gerektiğini savunan birisidir. Günümüz zamanında her şeye yeni bir akım bulmaktansa varlığa olduğu gibi yaklaşmak, onu öz olarak görmek de gerekebilir.



Dünyamıza ne kadar çok şey katsalar dahi bazen öz ve sade hale getirmek, İsviçreli bilim adamları yerine insanları diye telaffuz etmek onları da doğru anlamamızı sağlayabilir. Nerede eğitim görürsek görelim; kiminle sınanırsak sınanalım bazen kendimizi geliştirmeli, bazı absürt şeylerin farkına varmalıyız. Yeni düşünce ve fikirleri, alışkanlıkları ve zihniyetimizi cebimize atmamız gerekir. Köyden şehre inmemiz, çalışandan patron olmamız marifet değildir. Marifet; nerede olursak olalım gelişmekten kaçmamak, özümüzü kaybetmemektir. Belki o zaman bilgiyi cebimize atabilir, daha sonra çıkaracağımız zaman telefon değil, fikir ve düşünceyi ortaya koyabiliriz.




-Tunahan Koçoğlu

İçmimarlık Öğrencisi


584 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page