top of page

VAROLUŞ TRAVMASI

:ZİMA MAVİSİ

( DİKKAT! Anime hakkında spoiler ve nevrotik izahatlar içerir. )


“Her nevroz doğumla birlikte oluşmaya başlar.”

-Otto RANK



Tasarım, tasarlama, tasarı… Yaratma gücümüze inandığımız vakit, benliğimizde yatan kateksis olguyu harekete geçiririz. Bu durumda yaratı ve sanatçı arasındaki arayış son bulmaksızın devam edecektir. Ortaya çıkan paradoks kalıntıları, tasarımın ruhunu tanımlayacaktır.


Bu yazımda konu olarak irdelediğim anime, tekil-tikel-tümel ilişkisindeki kısır döngüye ve arada biriken olay örgüsünün “yaratılış” metaforundaki yaratım sancılarına değinmektedir. Sizlere, bu yapım üzerinden tasarım sürecindeki “kendini doğurma/kendini yaratma” fikrinden bahsedeceğim. Düalistik bakışın varoluş-yokoluş zıtlığındaki dışavurumsal kaygılarını anlatmaya çalışacağım.






Rank, Freud’un aksine “birincil kaygıyı” kişinin anne karnındaki geçirdiği süreç sonraki kopuş dönemini ve bütünsellik arayışındaki sonuç ayrılıklarını, insanda yarattığı dehşet olarak vurgulamıştır. Öyle ki birey hakimiyet duygusunu hakikati arayışında sürdürmeye meyilli bir varlıktır. Bu dogmatik tavırdaki kişiler farklı yöne evrilseler dahi alta yatan nedensellik bilinci benzerdir, BEN KİMİM? …

Düşün dünyasına farklı bir perspektif sunduğuna inandığım anime karakteri Zima, hakikatin haz noktasını aramanın peşindedir. Erişmek istediği doyum noktası bir son mu veya başlangıç mı sorusunun cevabını, anime süresince içselleştiriyoruz. Zima, tüm bu arayışların peşindeyken kendisini ileriye taşıdığını düşünmekte olan bir “yokoluş” eseridir. Peki, şimdi en başa dönelim; Zima kendisini nasıl yarattı?






Ana karakterimiz kariyer hayatına bir portre ressamı olarak başlamaktadır. Yaptığı işler ses getirmesine rağmen insan doğası ve anatomisi ona oldukça basit gelmektedir. Daha yüce bir olguya yönelim gösterir: Kainatın kendisine, kozmosa…

Bu irdeleme yeni başlangıçları da beraberinde getiren bir metastaza dönüşmektedir. Duvar resimleri ile başlayan paradigması, Zima’ya yetersiz gelecek ve bir fikrin doğuşuna sebep olacaktır. Kendisine hayran bırakan yeteneğini bu kez bedeninde kullanarak alışılagelmişin dışında bir aforizmaya imza atacaktır. “Daha fazlasını keşfetmek için daha fazlası olmak gerekir.” fikri Zima’nın tüm benliğinde nevrotik bir zehir gibi yayılmaktadır. Geçirdiği operasyonlar ışığında Zima artık ısıya, soğuğa, darbeye daha dayanıklıdır ve oksijen gibi basitleştirilmiş mahkumiyet sembolü bir elemente de ihtiyaç duymamaktadır. Tüm bu özellikler ona kozmostaki yolculuğunun kapılarını açmıştır. Artık o bilinmezliğin gölgesindeki “Zima Mavi”sini tüm evrende sergileyebilecektir.






Takipçileri Zima’nın yapmak istediği metaforik yaklaşımı anlamak yerine bunu gerçekleştirme eylemine odaklandığı için Zima, kendi aidiyetsizliğini anlatabilmek adına bir gazeteci ile röportaj yapmaya karar verir.

Zima, robotbilimi ile uğraşan kadının yarattığı bir eserdir. Hikayesi, sadece havuzu temizlemek gibi basit bir görevi olan robotun kalbine dayanmaktadır. Bu görevi yetersizlik olarak nitelendiren bilim insanı, robota yeni özelliklerle birlikte beceri yönünü geliştirmek için birtakım değişikliklerde bulunmuştur. Kadının geliştirdiği robot daha sonra farklı insanların elinde geliştirilmiş ve Zima’nın ilk benlik kaybına sebep olmuştur.

Yarı insan, yarı robot olan Zima, hakikati arayıştaki yolculuğunda artık ipleri çoktan bırakmıştır. Bu da onu son eseri için en iyi bildiği yola itmiştir.







Sanatçımızın son eseri aslında geriye dönüşün başlangıcıdır. Zima, devasa bir havuzu yenide restore ettirmektedir ve tahmin edeceğiniz üzere bu havuz başladığı ilk yerdir. Zima mavisi ise bu havuzun fayanslarının rengidir. Karakterimiz burada karmik yaratılış sancısı çektiği bedenini parçalara ayırarak yaşamsal fonksiyonlarına son verecektir. Tek bir şey hariç; kalbindeki ilk robot…







Tüm gösteri sonunda Zima, kaybettiği benliğine geri dönmüş ve sadece tek adanmışlığı olan havuzu temizleme ile zihinsel travmalarını atlatmış olacaktır.

Tasarım, tıpkı burada vurgulamak istediğim analizlerin basamaklarını çıkmaktadır. Bizler yaratmak istediklerimizde hakikati ararız ve bu arayışın belki de en büyük nevrozu “doyumsuzluk” noktasıdır. Bu kelime okuyana negatif gelebilir fakat başka bir bakış açısı ile bakmamızı tavsiye edeceğim. Öyle ki tasarımda doyum noktası hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir. Ürettikçe zihnimiz daha fazlasına sancılanacak ve yeni arayışlara sürükleyecektir.

Yeni arayışların bilinmezlik yolculuğunda keyifli okumalar dilerim.



Fatmanur Küçükçıtraz


141 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page