Günümüzde insanlığın önemli eserleri el altında ve olabildiğince ulaşılabilir kılmak istediği kabul görmüş bir gerçektir. Nesneyi daha çok kopya yani yeniden üretim yoluyla en yakın görünüm içine alma isteği günden güne artış göstermektedir. Fakat nesnenin çevresini saran kabuktan çıkarılması,özel atmosferinin yıkılması bize ne kazandırır ve ne kaybettirir? Bugün bunlar hakkında ufak bir beyin fırtınası yapmak ve kendimce fikirlerimi belirtmek istiyorum.
Teknoloji sayesinde ulaşabildiğimiz yeniden üretimlerin ana ögelerinden ayrıldığı gerçektir. Ana eser bulunduğu atmosferde eşsizdir, bir aura sahibidir. Özdür, özgündür. Gerçek kimliğini taşır.
İçinde bulunduğumuz yeniden üretim çağında ise sanatta ‘’aura’’ kavramına karşı en büyük darbe fotoğraf makinesinin icadı ile başladı. Bu makinalar sayesinde artık fiziksel olarak yakınımızda dahi bulunmayan şeyleri gözle görebilir durumdayız. Kolayca ulaşabiliyor, zaman ve mekan sınırları olmadan istediğimiz şeyi kolayca inceleyebiliyoruz. Biraz eskiye gidip ünlü eserleri ele alalım. Önceden bu eserleri görmenin tek yolu bulundukları ortama gitmekti. Günümüzde ise bu makineler sayesinde milyonlarca insan kendi evinde, bambaşka atmosferlerde aynı tabloyu görebilmekte. Bir zamanlar bu eserler kendi atmosferlerine sahiplerdi. Ait oldukları binaların birer parçasıydı ve resmin etrafındaki her şey resmin anlamının bir bütünleyicisiydi. Bu sebeple resmin eşsizliği de bulunduğu yerin eşsizliğinden geliyordu. Şuan ise biz onlara değil onlar bizim ayağımıza kadar gelmekte.
Tüm bunların yanında yeniden üretim eserde ‘’eşsizlik’’ algısını yıkıp bir diğerini oluşturmuştu. Çünkü gördüğümüz veya evlerimize astığımız eserlerin hiçbiri orijinal değildi. Müzede bir metre mesafeden bir tabloya bakan kişi ile bizim evimize astığımız imitasyonu asla aynı değildi. Gözlerimiz aynı şeyi görmüyordu. Detaylarından fırça darbelerine kadar...
Öte yandan belki kolayca görebiliyor olmamız eserin aura ve atmosferini sarsmış olsa da bu kadar kopya arasında kalan orijinal eseri de bir o kadar yüceltmiş oldu. Eşsizliğini bir nevi pekiştirdi. Bu eserlerin kopyalanabilir hale geldiğinde kaybettiklerinin yerine geçen bir bedeldi. Çünkü resim anı temsil ederken fotoğraf sadece onun bir imajıydı.
Yukarıda anlatmak istediğim eşsizlik, aura ve atmosfer algısının değişimine örnek vermek gerekirse Banksy’nin Kırmızı Balonlu Kız eserini ele alabiliriz. 2006 yılında ünlü sokak sanatçısı Banksy tarafından bir kanvasa çizilen eser açık arttırmaya çıkarıldı. 1.4 milyon sterline alıcı bulduğu anda ise eser kendi kendini parçalamaya başladı. Bu tamamen Banksy’nin fikriydi. Belki bir tepkiydi. Bilemiyoruz. Lakin sonuca baktığımızda çok kıymetli ve eşsiz olan bir eserin orijinali tamamen parçalara ayrılmış, tahrip olmuştu. Kısa bir şok etkisinden sonra insanlar bu eserin sahibi tarafından farklı şekilde yeniden üretilmesinin onu daha da eşsiz hale getirdiğini düşündü ve çok daha fazla ilgi gördü. Hatta bu yeni esere yeni bir isim bile verildi. ''Love is in the Bin.'' (Çöpteki Aşk).
Sıla Cesur
İstanbul Ticaret Üniversitesi İçmimarlık öğrencisi
Comentários