top of page
Yazarın fotoğrafıAybüke Ayden

KANT MI? HEGEL Mİ?

Güncelleme tarihi: 4 Ağu


Kant’a göre sanat, felsefenin devamıdır. Siyasi ve ahlaki felsefeyle ilgilenen bir filozofun, güzellik ve sanat hakkındaki teorileri çoğu insanı şaşırtmıştır. Öncelikle Kant, aklın rasyonelliğinin insanlarda ortak olduğunu söyleyerek aynı çalışma sistemini savunur. Böylece doğru kabul edilen bilgiler ortaya çıkar. Mesela mavi bir perdeye herkesin mavi olarak yaklaşması onun doğruluğunu gösterir ancak maviliğinden bu kadar emin olunması bana göre de mantıksızdır. Sonuçta mavinin bile ne olduğundan ya da nasıl meydana çıktığından emin değilken... Ahlaki davranışların ise dinden bağımsız salt aklımızın yönlendirmesiyle önemini vurgulayan Kant -bence yine güzel ahlaklı bir yaklaşımla- güzelliğin hiçbir çıkara veya sebebe bağlı olmadan öznel olduğunu savunur. Bu insanın doğasında vardır ve bize içimizdeki iyiliği hatırlatır. Son dönem insanları için bu biraz fazla düşündürücü olsa da, Kant güzellik anlayışına daha yumuşak şekilde yaklaşır. Benim bu yaklaşıma güzel olarak yaklaşmam bile üstünkörü bakıldığında nesnel bir yaklaşım olmaktan çıkıyor ancak bunu hoş bir yaklaşım olarak dillendirsem o zaman öznel kabul ediliyor. Sonuç olarak bir şeyin güzel olabilmesi için ön yargılardan bağımsız olarak, hiçbir şart ve koşul içerisinde öznellik katmadan tüm insanlar tarafından ortak alınan haz o şeyi güzel kılmış oluyor. Ee? Benim bu yaklaşıma güzel demem gerçekten öznel bir hareket miydi yoksa olması gereken ahlaki bir yaklaşım mıydı? Benim ahlaki anlayışımla insanların anladığı aynı değil mi gerçekten?

Kant, bir güzelliğin onun gizeminden dolayı da olabileceğini savunuyor... Neden olmasın? Doğanın kendisinde bulunan şeylere örneğin; bir ağaca ya da yıldıza baktığımızda herkes tarafından haz duyulması kaçınılmaz oluyor. Daha derine inersek; yıldızlar milyonlarca yıl önce ölüp giden göktaşlarının çarpışması sonucu bir yansıma olarak bize bakıyor. Ağaçlar ise sadece mevsimlere göre değişen -genelde- yeşil bir canlı olarak görünüyor. (Kime göre neye göre yeşil?) "O zaman bize haz veren şey nedir?" diye soran Kant, cevabı saklı kalan gizemde buluyor. Doğaya gücümüzün bir yere kadar yetebilmesi, saklı kalan gizeme karşı hayranlık duymamıza sebep olabiliyor. Sonuç olarak salt güzelliğe ulaşıyoruz ve bu akıldan ziyade duyularımızın refleks olarak haz duymasına yardımcı oluyor. Örneğin benim herhangi bir oyuncuyu güzel bulmam yine bağımsız olmuyor çünkü onun ne için dünyada olduğundan haberdarım; ölmek! (Burada ölmek için doğmamız sizce de biraz saçma değil mi diyerek ontolojiye girizgâh yapmak isterdim ancak benim 25,5 yıllık beynim 75,5 yıllık bir beyine eş olabilir ve konu bu değil.)

Şimdiye kadar üst görünüştü, üç boyutlu baktığımız zaman tekrar yaklaşıyoruz.


Aslında bağımsız güzellik anlayışı içerisinde yücelik vardır bana göre de... Bunları ayrı ayrı ele alan Kant ile yollarım burada ayrılıyor çünkü gizem hissiyatının kaynağını çözememek hazdan ziyade acizliktir. Anlama yetisi ve aklın ayrı şeyler olduğunu savunan Kant; bağımsız güzellikle anladığımızı, yücelikte ise düşünmeye başladığımızı söylüyor. Kısacası -benim için acizlik ve korku olan- gizem hissiyatından da haz duymamızdan bahsediyor. İnsan acizlikten neden haz duyar bu bana göre cevapsız bir soru... Oluşan korkudan mı haz duyar yoksa güvenli korkudan mı haz duyar muamma. İnsan sadece içindeki vahşi duygular doğrultusunda gizemden bir haz duyabilir çünkü var olduğu kabul edilen yaratıcıdan gelen her varlığın, ondan izler taşıdığı söylenir. Mesela Everest Tepesi’ne baktığımda güvenli bir korkudan -yani gizemli hazdan- ziyade oluşan acizliğimden dolayı bir haz duymam. Tam tersi acizliğim beni üzer ve varoluşsal sorgulamalara doğru yol alırım ki bu muhtemelen kabul edilmiş olan yaratıcı olgusunun bir içgüdüsü olarak bana yansır. Yani o tepeyi sahiplenme hatta yaratabilme arzusuna beni iter. İkincisi pek mümkün olamayacağından oraya anılar sığdırarak duygusal sahiplenişle tatmin olmaya çalışırım. Gerçi bu da narsistliğe giriyor gibi görünüyor ama bence daha çok yaşama tutunmaya çalışan bir akıl görüntüsü çizmekte. En azından kavramları bilene... Teşekkürler Kant!


Hegel ise güzellik ile doğruluk arasında bir uyum (armoni) olduğunu savunur. Bir fikre güzellik diyorsak, o zaman güzellik ve doğruluk aynı anlamlara geliyor çıkarımında bulunan Hegel; güzelliğin hakikatin yanında çıkmasını değil de, bir hakikatin sanat yapıtı içerisine girmesini güzel buluyor. Kısacası çıkış noktası Tin. Kendi diyalektik yapısı bulunan Hegel, (tez-antitez-sentez) ruh ve fikrin dinamik olduğunu savunarak bunu diyalektiğe oturtuyor. Anladığım kadarıyla -veya hissettiğim kadarıyla demek daha doğru olur- ruh ve fikrin karşı karşıya duruşu (tez-antitez) ve bunun sonucunda oluşan çıkarımla da (sentez) güzelliğe ulaştığımızı savunuyor. Subjektif (bireysel), objektif (ahlak ve hukuk) ve mutlak ruh (özün ve dinin birleşimi) olarak da üçe ayırıyor. Yani yine tez-antitez-sentez durumu.

Aslında bakıldığında kalbin mi aklın mı sorusuna felsefi açıdan yaklaşan Hegel, çatışma esnasında ne yapmamız gerektiğini de söyleseymiş bize kestirme yollar verebilirmiş. Tin ve ide karşılaşması bana göre her zaman doğru bir senteze gitmeyebilir çünkü. Ruh A derken fikirler K’yi gösterebilir. Z’yi göstermesi A’ya aslında çok yakın olduğunu göstermektedir ve bana göre bir zıtlık değil, yanılsamadır. Derken işin içinden çıkılamayıp bir sentez oluşturmayabilir. Hegel’e göre sanat güzelliği esas güzelliktir ve ruhdan doğar, doğal güzellikten farklıdır. Özün görünüşüdür. Güzel, fikirdir ancak hakikatle buluşuyorsa güzelliktir. Yani son dönem insanları güzel ile yaşıyor, güzellikle değil. Ruhumuzla doğrular uyuşmuyorsa güzellik yok sayılıyor Hegel’e göre. Doğal güzellikle sanat güzelliğini ayrı olarak göremiyorum ancak bir diyalektik için bence de uygun bir form... Yine de günümüzde bu armoniye ayak uydurarak yaşayabilen varsa onları ayakta alkışlayalım! Bu tıpkı Hegel’in insanlığın tüm karanlık geçmişinde onları yüreklendirmekten vazgeçmemesi gibi. Belki de fazla iyimserlik...


Son olarak bir karşılaştırma yaparak kendi fikirlerimi sunacak olursam; sanatsal güzellik ve doğadaki güzellik arasında çok fark olduğunu düşünmüyorum. Bana göre onları farklı kılan şey algılarımız. Yaşam tecrübelerimiz, kültürlerimiz, eğitimlerimiz, inançlarımız vb. gibi nedenlere bağlı olarak hepimizin sanatsal güzellik algısının değiştiğini savunuyorum. Güzellik ise benim için sadece öznel olarak kalıyor. Kant’a göre başka insanlara bir şeyin güzelliği hakkında onay bekleyerek soru sormak, öznelliği bitirmek oluyor. Detaylı düşünecek olursak insanlardan onay bekleyen sözde öznelliğimizin temelinin psikolojik olduğu da aşikâr. Belki de aciziyet veya aynı hazları paylaşarak mutlu olmayı istemek... Doğadaki güzellikler ise sanatın bir parçası değil sanatı oluşturan bir unsurdur bana göre. Nasıl hiç görmediğimiz bir yüzü rüyamızda görmemiz imkansızsa tıpkı bunun gibi. Rüyalarımızda tanımadığımızı iddia ettiğimiz yüzleri mutlaka gördüğümüzden ve bilinçaltımızda oluşlarından haberdar değiliz. Oysa doğada gördüklerimiz, görmediğimizi sandığımız yüzlerce şey bizi rahatlıkla hayal kurmaya itiyor. Bir hayalden çok fazla sanat eseri çıkabiliyor. "Hiç görmediğimiz yerleri hayal edebiliyoruz ama?" demek bana göre komik çünkü kurulan hayaller yine insani bir boyutta oluyor. Kısaca herkes gördüğü kadar! Doğadan ayrılan güzelliklerde ise psikolojinin yer aldığını düşünüyorum. Ben yolda yürüdüğümde tüm ağaçlara sarılmak isterken, arkadaşım o ağacı görmüyor. Elbette ağaçtan bahsettiğim zaman ortak bir haz alarak güzelliğinden konuşabiliyoruz. Benim o ağacı metrelerce uzaktan görmem benim algım ve psikolojimle ilgili olduğu için düşüncelerime çok daha farklı bir giriş yapmış oluyor. O ağacı resmettiğimizde ben duygularımı ve hissettiklerimi katacakken, arkadaşım sıradan bir ağaç çizmiş oluyor. Ben bu hisleri başka insanlara geçirememiş olursam, öznelliğinde boğulan ve savunduğu görüşün içinde kaybolan biri gibi görünebiliyorum. Tüm bunlara genel olarak baktığımızda pek çok filozofun görüşlerini ve fikirlerini yüzyıllardır tartıştığımızı görüyoruz. Hala kesin bir bilgi yok. Yine dönüp dolaşıp öznel çıkarlarımızla uyuşan filozofları savunuyoruz.


Bu bir girdap!



İçmimar

Aybüke AYDEN



1.145 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page