top of page

KÜLTÜR KÖPRÜSÜ ŞEHİR: MARDİN

Süryani, Arap, Türk, Kürt, Müslüman, Hristiyan…

Birçok dine, kültüre, ırka ve mezhebe ev sahipliği yapmış, kültürel miraslarımızdan biri olarak kabul edilmiş Mardin (Süryanice: Marde, Arapça: Meridin, Kürtçe: Merdin.) bütün bu ırklardan farklı güzellikler barındırıyor. Bölgeye has mimarisi ve benzersiz teraslarıyla bu şehrin hareketli sokaklarından geçerken içimizi sıcak bir telaş sarıyor.

Bazı kaynaklarda şehrin adı Marde olarak geçer. Marde, kale demektir ve Mardin’in adı burdan gelir.


Gelin, bu geleneksel yaşayışı ve eşsiz mimarisini birlikte inceleyelim.

Eski Mardin’i sadece birkaç saat keşfetme fırsatım oldu. Neyse ki daha önce gittiğim için ve yanımda şehri bilen bir arkadaşım olduğun için şanslıydım. Bu kadar kısa süren geziyle bile şehrin beni büyülediğini söyleyebilirim. Sizlerle bu deneyimimde edindiğim bilgileri ve çektiğim fotoğrafları paylaşacağım ancak bundan önce bilmenizi istediğim bazı özelliklerden bahsedeceğim.


-Mardin evlerinin ana cephesi çoğunlukla en çok güneş alan güney cephesinde bulunur.

-Evler, modül biçiminde oluşmuştur. Hemen hemen her evde tipik toprak yeraltı odaları vardır.

-Tüm Mardin evlerinde halk dilinde ‘’örtülü eyvan’’ denilen birimler vardır. Örtülü eyvan denilen biçim, üzeri basık tonozlardan oluşur.



-Binaların çoğu yerel Mardin kalker ve oyma süslemeler kullanılarak inşa edilmiştir. Bazı yapıların dış cephesinde kitabeler vardır.

-Mekanlar birbirine “abbara” denilen daracık sokaklarla bağlanır. Abbaraların üst kısmı

tonozlu olup, genellikle açık renkli taşlar kullanılır.

-Eski yapıların temelinde rutubetin önlenmesi adına tuz dökülür.

Şimdi sizlere, beni mistik havasıyla yeniden büyüleyen ve her sokağında farklı bir hikaye duyduğum mini-gezimi anlatayım. Minibüsten iner inmez ilk durağımız, çarşının biraz aşağısındaki Mardin Ulu Cami oldu. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber, birçok kaynakta Camii’nin minaresi üstünde 1176 tarihli bir kitabede Diyarbakır Meliki II. Kutbettin Ilgazi’nin yaptırdığı yazmaktadır. İlk yaptırılan minare savaş ve istilalardan zarar görmüş ve bugünkü halini 1888 yılında almıştır.


Avlusuna girdiğim an büyülendiğim Camii’nin temel malzemesi kesme taştır ve avlunun etrafı kemerlerle sarılmıştır. Mimarisi daha sonra karakteristik hale gelmiş ve burada kullanılan teknikler diğer yapılarda da kullanılmış.

(Örneğin kubbesi dıştan yivleme tekniği ile yapılmıştır. Bu teknik ilk defa Ulu Camii yapılırken kullanılmıştır.)


Yapının en çok dikkatimi çeken bölümlerinden bir diğeri ise eyvan içinde bulunan Artuklu Çeşmesi. İncecik akan bu su, insan yaşamını sergiliyor. Duvardan çıkan su doğumu, suyun ilk döküldüğü geniş fakat kısa havuz bebekliği, ikinci havuz ise çocukluk dönemini anlatıyor. İkinci havuzdan sonra geniş bir kanala dökülen su gençliği simgeliyor. Bu kanal diğerlerine nispeten daha uzun. Gençlik hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor. Daha sonra gelen daracık havuz ise yaşlılık dönemimizi anlatıyor. Suyun burada hızlı akması hayatın ne kadar hızlı ilerlediğini gösteriyor bizlere. Suyun son aktığı kısım öbür dünyayı simgeliyor. Hepimizin mahşer yerine gideceğini anlatıyor.

Halk arasında geçen hikayeye göre, ne olursa olsun akan her suyun Mezopotamya Ovası’na ulaştığı ve orada bir bitkiye can verdiği düşüncesi ile ölen her canlının da bir şekilde can bulduğu söyleniyor.

Beni büyüleyen bu hikayeden sonra cami kapılarının birinden arka sokağa çıkıyoruz.

Sokaklarından geçerken nereye baksam, nereyi çeksem diye şaşırıyorsunuz. Her yer o kadar özgün ve güzel ki arka fonda müzik çalıyormuş da dizi/film sahnesindeymişiz gibi geliyor.


Sokaklarda gördüğümüz bütün binalar kesme taştan inşa edilmiş. Bu özellik şehrin tasarım ve mimari bütünlüğünü yansıtıyor. Taş oyma sanatının da ince bir şekilde işlendiği görülebiliyor.

Rastgele yürürken grafitinin duvarları fethettiği bir sokağa giriyoruz. Bir kafe sahibinin yaptığı bu resimler Mardin için önemli yazar ve sanatçılardan oluşuyor.


Üstelik Mardin sokakları sadece resimlerle değil;, boyanmış şarap şişeleri, tahtalar ve çiçekler ile de süslenmiş. Bu süslemeler çoğunlukla yerli esnaflar tarafından yapılmış. Müthiş bir ahenk var!


Tam yorulmuşken oturacak bir yer arıyoruz. Bulduğum ilk merdivene kendimi atmışken, oturduğum yerde tepeme bakıyorum. Birbirine geçmiş tonozlu bir yapı uzun ve merdivenli bir sokak görüyorum. Bu sokak, yukarıda Mardin’in genel mimari özelliklerini sayarken bahsettiğim ‘’abbaralar’’. Abbaralar; Mardin ’de dar veya geniş birçok çeşidi bulunan geçitlerdir. Ailelerin farklı parsellerini ya da sokakları birbirine bağlarlar.


Bazen abbaraların üstü bir evin odası bile olabilir! Yazın sıcaktan bunaldıysanız bir abbara’nın altına geçip rahatça dinlenebilirsiniz. Abbara, örgü tekniği kullanılarak inşa edilmiştir. Sivri, basık veya yuvarlak kemerli olabilir. Örgü sistemi beşik tonoz ya da çapraz tonoz kullanılabilen abbara ’lar bazı şehirlerde farklı anılır. Siirt'te 'sabat', Siverek'te 'kantarma', Şanlıurfa ve Kayseri 'de 'kabaltı' denilir.



Sizlere Mardin’in muhteşem havası, benzersiz mimarisinden bahsetmişken son olarak Artuklu Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden de bahsetmek istiyorum. Okulun güvenliğini zar zor ikna ederek girdiğimiz fakültenin iç mekanı da şehrin mimarisine uyum sağlıyor. Proje sergileme alanı olarak pano kullanmak yerine kesme taşlardan oluşan duvara bölgesel aydınlatma yapılarak güzel bir alan oluşturulmuş. Mekan uyumu zemindeki kahverengi seramiklerle dengelenmiş. Atölyelerde ise tam bir dikey bölücü uygulanmamış. Hiçbir atölyenin kapısı yok ve tamamen açık. İsteyen derslere dahil olabiliyor. Ana kampüsten uzak olsa da bölgenin etkilerinden yararlanılmış.


Sürprizlerle dolu bu antik şehri hepinizin görmesi dileğiyle. Umarım keyifle okumuşsunuzdur. Sevgiler…


Kardelen ÇİTAK

Kocaeli Üniversitesi

MTF İçmimarlık Bölümü 4. Sınıf öğrencisi



208 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page